top of page
Theatre News Turkey 2025
THEATRE NEWS TURKEY
  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • Pinterest
  • Instagram
Talip Koç
Metin And
Paşa merhum, diyebilirim ki, dunyada Moliere’i en iyi anlamış, bu büyük yazarın ruhunu kavramış tek adamdı. Bize daima her eserinin psikolojisini, yazılış sebebini, karakterlerini birer birer anlatır, tahlil eder, provalara genellikle gelir, eserin sahnedeki seyrini takip eder, bize ufak tefek mizansenler gosterir, bazen de provadaperformanslarımızı düşük bulduğunda hemen kalkar, giderdi. O vakit biz de korku ve utançtan kan ter içinde kalırdık. Grubumuz basbayağı bir kumpanya şeklinden cıkmış, adeta resmi bir tiyatro şeklini almıştı.Bizler maaş alırdık. Benim maaşım üçyüz altın lira idi. Yılda dokuz ay oyun oynardık. Üç ayımız, da tatille gecerdi, ilk seneyi hastalıkla geçirdiğim için iyi çalışamıyor, tabiatıyle rollerimde başarılı olamıyordum. Henuz kendime bir ün kazandıramamıştım. Nihayet, ‘Meraki’ de ‘Tamiz Liyneti’ rolü imdadıma yetişti. Zaten gariptir: Bu rolü oynayan herhangi bir aktore şohret kapıları ardına kadar açılır. Paşa merhum, beni o gece cok beğenmiş, hediye olarak da altın lira göndermişti. Rejisor ve direktörümuz olan Fasulyeciyan hafta sonunda, gurur içinde bana on lirayı uzatarak dedi ki: — Bu parayı sana Paşa, hak geçmesin diye gönderdi. Ben işin aslını Paşa’nın kahyası Rifat Ağa’dan öğrendiğim için: — ,Ben Paşa’ ya geçim zorluğuma dair dilekçe vermedim, elhamdülillah geçiniyorum, dedim. Bunun üzerine Fasulyeciyan: — Canım uzun etme... işte seni takdir için bu parayı gönderdi, deyince: — Ha o başka... Şimdi alabilirim, diye cevap vermiş ve bu suretle saklanmak istenen bir gerçeği kendisine itiraf ettirmiştim. Fasulyeciyan benim üstadım ve ilk takdirkarımdır. Zamanın en kuvvetli aktörü, iyi Moliere oynayan, iyi makyaj yapan artisti idi. Boyle bir bencilliği aklından gecirmemeliydi. Fakat işte... Nedendir bilinmiyor?... Daima sahne üstadlarının küçük aktörleri bile kıskandığı oluyor..
   O yıl maaşım dört lira olmuştu. Bir müddet sonra birkaç lira daha arttı. Sonunda on iki liraya kadar cıktı. Maaşımın böyle hızla coğalması artık pişkin bir aktör olduğuma, kumpanyanın ayrılmaz bir elemanı haline geldiğime delalet ediyordu. Buna kendim de inandığım için ufak tefek kaprisleri caiz görür, haksızlıklara isyan ederdim. Nitekim bir aralık Fasulyeciyan arzusu ve Paşa’nın tasvibi ile oynanacak pandomimada bana rol vermişlerdi. Başımda rol icabı bir tabak kıracaklardı. Ben bunu kabul etmedim..Kızdım. Fasulyeciyan’a dedim ki: — Ben tiyatroyu, burasını bir okul bilirim. Ben pandomimacı, yahut palyaço değilim. Ben iyi bir artist olmak istiyorum. O ısrar etti. Bunun uzerine ben de hemen kumpanyayı bırakıp gitmeyi uygun gördüm.

GELECEK HAFTA:
1. Ahmet Vefik Paşa’ nın, şarkı söyleme merakı
2. Bursa da tiyatro zevki
Ahmet Fehim, Mardiros Mınakyan ve Kınar Sıvacıyan
OSMANLI DRAM KUMPANYASI:
Ahmet Fehim, Mardiros Mınakyan ve Kınar Sıvacıyan ile…

 
  Ahmet Fehim, Gedikpaşa’da sahnenin sofitasma çekilmiş böyle 95 perde olduğunu, bunların mağara, salon, divanhane, hapishane, mezarlık, meydan, cadde, kilise, yoksul odası, zengin odası, kitaplık, deniz, orman ve bahçe gibi kullanıldığını söyler. Çoğunlukla bunları Naum’un dekorcusu Merlo yapmıştı. Henüz kapalı dekor (décor fermé ya da box set) kullanılmıyordu. Ahmet Fehim bunların ilk Bursa Tiyatrosu’nda Molière’in Okumuş Kadın Lafı için kurulduğunu (Ahmet Fehim ile Triyants yapmışlar) belirtiyor. Ancak sonra bunların daha güzellerini Şişeciyan gerçekleştirmiştir. 
                                                                                               METİN AND
                                                                       BAŞLANGICINDAN 1983’E
                                                                              TÜRK TİYATRO TARİHİ
                                                                                              SAHİFE – 80
   Vasfi Rıza Zobu'nun «O Günden Bu Güne»slnl okuyorum günlerdir... «Bir elinizdeki bir tarih kltcbı değildir. İçinde yaşadığım Türk tiyatrosu olaylarının parçalarını bir araya getiren, bir bütün halinde manâlandıran, o günleri görmeyen sanatçı ve seyirciler içindir panorama. Tarih belgelere dayanılarak yazılır. Ben sadece gelecekteki bilginlere bu kitapla, o belgeleri hazırlamış oldum» diyor önsözde... Sanatçıların yazdığı anılar her zaman İlginç olur. Hele 1917’den 1975'e dek gerçek yaşamını «sahnede» yaşamış bir tiyatro oyuncusunun anıları büsbütün İlginçtir. 1917’den 75’e kadar elli sekiz yılı buluyoruz bu kocaman kitapta. 1917 yılının ekim ayının 13. günü, saat 11'de, «Darülbedcyi-i Osmani» tiyatro okuluna yazılan on beş yaşında bir çocuk tiyatro evrenine girer. Giriş o giriş! Bir daha çıkmayacak ordan. 1975 ağustosunda emekli olsa da, bu «sanattan emekli» olmak değildir, İstanbul Beledi- yesi’nin bir görevlisi olarak emekliye ayrılmaktır. Vasfi Rıza’lar yaşadıkları sürece «sanatçıdırlar, güçleri yettiğince, ellerinden geldiğince... «O Günden Bu Günesyi tanıtmaya kalkmak, parçalar almak, bir çok konularda düşünceler belirtmek, sayfalar sürer... Yer yer eleştiriler de yapmak olası, övgüler de... Nice İbret verici olay var 1926 yılında Bursa’ya gelirler Gazi Paşa’nın huzurunda temsil verecekler. Vali, Behzat'- la Raşlt Rıza'yı çağırır: «— Kumpanyanız kalabalık mı? — On yedi kişiyiz. — Tabii çalgıcıları da getirdiniz, çünkü burda bulamazsınız. Raşit elbette fena bozulmuş, — Biz çalgıcı kullanmayız. — Allah Allah, o halde kadınlarınız nasıl oynarlar? — Neyi nasıl oynarlar? — Kantoyu çalgısız nasıl oynarlar demek İstiyorum. Raşit adamı süzmüş ve ilk ağızda patlak vermemek İçin İşi alaya vurup Behzat'ı göstermiş: — Bu zurna çalar, ben de davul böylece oynatırız, Raşit diyor ki «Herif alay ettiğimin farkına varmadı da. Suratında, beğenmeyenlere mahsus bir Işmizaz belirdi. Davul zurna ile kanto oynayan böyle derme çatma bir oyuncu topluluğunu Gazi Paşa'nın huzuruna ne cesaretle çıkaracağını düşündü herhalde. Şu Bursa seyahatimizin en büyük faydası Vali Bey'e dokundu. Paşanın ve yanında bulunanların tiyatro anlayışını görmesi epeyce şeyler öğretmiş olacak kendisine. Çünkü seneden seneye terfi ede ede yalnız yüksek makamlara çıkmakla kalmadı. Ankara'ya gittikçe onu tiyatromuzun seyircisi olarak da görmeye başlamıştık.» Böyle bir savaşımdır bir avuç sanat gönüllüsünün yarım yüzyıldır verdikleri... Muhsin’ler, Vasfl’ler, Galip'ler, Behzat'lar, Hazım’lar, Raşlt Rıza’lar yalnız «öncü» olmakla kalmadılar, «örnek» de oldular, «eğitici» de... Tiyatro nedir bilmeyen yalnız halk yığınları değildi. En büyük görevliler de «tiyatro» derken ya orta oyununu ya kantoyu, ya da tuluat temsillerini anlıyorlar, biliyorlardı. Bursa Valisi 1926'da İşte böyle konuşuyordu.
İlerde daha yüksek görevlere gelecek bu kişinin adını vermemiş Zobu. Ben bir rastlantıyla sordum, öğrendim. Şaştım kaldım kimliğini görünce... Vasfi Rıza Zobu, tiyatronun yalnız bir sanatın klşlle- lerlne, anlayanlarına bırakılmasını İstiyor. Yani başkaları karışmasınlar, yönetimine, şusuna busuna! Şöyle yazıyor bir yerde: «Ama ömrüm boyunca şunu gördüm kİ Tiyatro İşlerine, tiyatroculardan gayri insanların, meslek ve memuriyetlerindeki aklı ne derece yüksek olursa olsun müdahaleleri daima zararlı olmuş, bütün İyi niyetlerine rağmen İşi kötüye götürmüşlerdir. Tiyatro İdare edenlerin bu gibi dostlardan her zaman çekinmesi ve kaptlmaması, kendilerinin ve Türk tiyatrosunun selâmeti İçin şarttır.» Tiyatro derken, tiyatrodan anlayan kişiler derken sayın Zobu yalnız oyuncuları düşünüyor. Peki, yazarlar? Tiyatro yazarları, eleştiriciler? Onları pek bu evrene sokmuyor. Hangi yazarın adı geçse, onda bir kusurlu yan, yanlış bir davranış, bir tutum görüyor. Oyunları, çevirileri oynandığı sürece oyuncuları, Şehir Tiyatroları’nı alkışlar, överler, ama 6lr de oyunlarını geri çevirdiniz mi, alır kalemi ellerine ateş püskürürler! Bu anılarda bütün yazarlar bu kuralın dışına çıkarılmamış. Mahmut Yesari’den Peyaml Safa’ya, Selim Nüzhet’e, Halit Fahri’ye vb.lerlne dek... Denecek kİ o yıllarda «gerçek oyun yazarı», yani tiyatrodan anlayan edebiyatçı var mıydı? Ama buna karşı aynı savı oyuncular İçin de ileri sürmek olasıdır. Nasıl oyuncular «kendi kendilerine» yetişip tiyatro nedir öğrendiler ve yığınlara da öğretiilerse, oyun yazarları da öyle yetiştiler, kendi kendilerine!.. «O Günden Bu Güne» böyle kısacık bir yazıda tanıtılmayacak, anlatılmayacak kadar geniş kapsamlı, anlamlı, önemli bir anılar toplamıdır. Gerçekten de tiyatro tarihimiz İçin eşsiz bir belgedir.
İstanbul Şehir Tiyatrosu
VASFİ RIZA ZOBU
İmkan yok. O gece tiyatroya bin kişi de gelse; tek kişi de gelse: O’nun için hiç bir farkı yok. O parasını tam olarak alacak.... Tayyare Sineması müsteciri Nevzad bey; bizimle “ 2 Mayıs akşamından başlamak üzere” binasını kiralamışdı. Bunu haber alan Muammer’ le anlaşıp, bizim başlayacağımız gecenin altı gün evvelinden, "Karaca temsillerine” başlarlar... Nevzad Bey, gönlü ıstırab duymadan başlatır; "Muammer Bey de; "Muziblik” lâzım ya: O da oynar!.. Oyunlar devam ederken, bizim reklamımız yapılmaz, afişlerimiz asılmaz... Çünkü Şehir Tiyatrosu’nun geleceği duyulursa, onun da hasılatı düşer. Bu zarar Muammer kadar sinemacıya da dokunur.. Ama sonradan bizi zedeleyecekmiş!.. Kimin umurunda. Bunun ne Muammer’e; ne de makta kira alan sinemacıya hiç bir zararlı tesiri olmaz... Bir gün evvel altıncı temsilini vermiş; Bursa’dan ayrılmış.. Ertesi gün biz geldik ve o akşam ilk oyunumuzla işe başladık. BursalIların, 12 gece arka arkaya tiyatroya gitmelerine imkan yok... Seyirci sayısı muayyen. Aynı insanlar. Geceleri 22.00’de yatmaya alışmış olan bu kişilerin böyle 12 gece uykusuz kalmalarını beklemek gaflet. Nitekim alışık olduğumuz seyirci topluluğuyla tam olarak karşılaşamadık. Ama neyleyelim ki oyunlara devam edeceğiz. Programımız böyle; ilanımız altı gece üstüne... Neyse, ne yapalım; Şehir Tiyatrosu’nun sabık “ muzib çocuğu” !. Fazla hiddete, eski bağlarımız mâni!.. Derken... Öğrendik ki; buradan Balıkesir’e gitmiş ve orada da biz gelinceye kadar altı temsil verecekmiş!.. İşlerin iyi gitmemesine sadece Muammer Karaca’nın bu şakası (!) değil; doğa da tepemize musallat oldu. Durma dinleme bilmeden başımızdan aşağı yağmur olarak akıyor... Üstelik bir de soğuk sardı ki şehri. Bursa’da iken altı gün içinde bir gün olsun, güneş yüzünü göstermedi göklerden... Suyu biter de akmada bir aksaklık olursa; hemen sisle kapladı göğü, yeri... Sis bura halkını da rahatsız etti. Yağmura “ bereketdir” dediler.. Ama bizim "çömlekler çamur oldu” bereketimiz kaçtı…
  1 Mayıs 1950 Pazartesi aü-nü Dram Heyeti Konya'ya hareket etti. Adana. Mersin yaptıktan sonra İzmir’e gelecekler... Oradan Manisa, Akhisar, Balıkesir, Bandırma’da temsiller verdikten sonra İstanbul’a dönecekler. Bu heyetin Seyahat Komiseri Kemal Gürmen oldu. Galib Arcan; sahne, yani sanat kısmıyla meşgul olacak. Sami Ayanoğlu ile Talât Artemel katılmıyorlar. Film çevireceklermiş. Bu heyet hakkında fazla fikrim olamayacak. Onlarla beraber değilim. İşittiği rivayetlerle de. Oyalanmayalım. Bize gelelim, yani Komedicilere...

  Kadromuz: Behzat Butak, Bedia Muvahhid. Mahmud Morali, Şaziye Moral, Perihan Yanal, Gülistan, Gönül Ülkü, Saime Arcıman, Mehmed Karaca, Yaşar Özsoy, Kadri Ögelman, Reşid Baran ile Gürzab ve ben. Suflör Turhan Göker. terzi Osman Gürgüç, aksesuarist Hamdi Şarlıgil, makinist Adnan Gürgüç, yardımcısı Yüksel Tanık...

 Nezihe Becerikli, Melahat İçli: Terfi etmedikleri için kızmış olacaklar ki; gelmekten vazgeçtiler. Bunların rollerini Gönül Ülkü ile Saime Arcıman aldı... Şevkiye May da hastalandığı için yola çıkarılamadı...

 2 Mayıs Salı sabahı 9’da vapurla Mudanya’ya, oradan da otobüsle Bursa’ya vardık. (Daha eskiden dar hatlı trenle giderdik. Harbden sonra başlayan otobüs rekabeti ile iflahı kesilip iflas ettiğinden, geçen yıl kaldırılmış. Hemen o akşam “Memo Bankası" ile işe başladık. Sonra sırasıyla: Bebek, Hanımlar Terzihanesi, Kayseri Gülleri, iki Efendinin Uşağı ve Üvey Kardeşler...

 Temsilleri Tayyare Sineması’nda veriyoruz. Tam karşısındaki Güven Oteli’nde de yatıyoruz...

  5 MAYIS 1950:
 Her tarafda ve herkesde 14 Mayıs’- da yapılacak olan seçimlere hazırlık var. Sokakda, tiyatroda, otelde başka laf yok. Adaylar propaganda nutku verip bağırıyorlar. Her meydanda kürsüler ve gürleyen oparlörler... Herkes diğer partiyi kötülemek için cümleleri hazırlamış haykırıyor... Böyle şeylere alışık olamayan kafam sersemledi. Gündüz kulağımı dolduran kelimeleri, gece sahnede, ağzımdan kaçırırsam hiç şaşmam. Bu inkılabı sükûnetle ve kansız yerleştirir, benimsersek ne mutlu bize!...

 İşler iyi gitmedi. Mitinglerin yorgunluğu olabilir. Gündüz herkes sokaklarda. Ama temsillerin zayıf gitmesinin en mühim kahramanı Muammer Karaca...

 Bu sefer Tayyare Sineması’na kesim veya yüzdelikle değil, maktu bir kira ödeyerek geldik.

 Bazı insanlar vardır; yaradılıştan “ne muzib adam” derler... Bu kelimenin mânâsı azab verici, eziyet edici demektir ama, kızdırıcı şakalar yapıp da, sonradan gönül alan adamlar için kullanagelmişsiz. Ben de şimdi Muammer Karaca için ikinci mânâda alacağım bu tâbiri... Çünkü Muammer de yapar, sonradan gönül almaya kalkar; hem de becerir. Ama bu sefer ki "Bursa oyunu”, öyle gönül almaya yer bırakacak hafiflikde değildi...

 Biz bu sefer Bursa’nın "Tayyare” isimli binasını; biraz evvel söylediğim gibi, maktu bir kira ile tuttuk. Öyle hasılattan yüzdelik vererek değil... Kâr da olsa bize; zararla kapatsak gişeyi, yine
Adalet Ağaoğlu günümüzün çağdaş tiyatro sanatı düzeyinde eser veren, kendini durmadan yenileyen oyun yazarımız. Şimdi bu yazarları ve oyunlarını tarih sırası içinde tanımaya çalışalım (1) Cumhuriyet döneminde tiyatroya, oynanacak düzeyde oyun vermiş olan kadın yazarlarımızın en eskisi Nudiye Nizamettin'dir. Nudiye Nizamettin Hanım hakkında öğrenebildiğim, gazete yazarı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile evli olduğu ve 1971 yılında öldüğünden ibaret. Oyununun adı Beyoğlu 1931. Oynanacağı bir süre Darülbedayi Dergisinde bildirilmiş, Darülbedayi sahnesinde oynanmak üzere repertuvara alınmış olduğu halde sonradan oynanmamış. Oyunun yazma nüshası İstanbul Şehir Tiyatrosu kitaplığındadır. Beyoğlu 1931, birkaç bakımdan ilginç bir oyundur. Teması, ele aldığı konu ve bu konuyu işleyiş biçimi, aynı yıllarda tiyatroya eser veren Vedat Nedim Tör, Cevdet Kudret, Nazım Hikmet gibi yazarların oyunlarına benzer. Oyun günün yaygın bir sorununu dile getirmektedir: İstanbul'un belli bir kesiminde görülen ahlak yozlaşması. Yazar, 'sosyete' yaşamı adı altında, toplumun geleneksel değer yargılarına uymayan bir yaşamı sergiler. Alafranga ve gösterişli dış görünüşü altında bu toplum, annelerin kızlarını fuhşa teşvik ettiği, kumarhanelerde toy gençlerin ve hacıağaların soyulduğu kirli bir ortamdır.Yurtsever, dürüst gençler, namuslu, uyanık genç kızlar ve bu gençlerin kurduğu mutlu evlilikler bu tehlikeli ortam içinde yıkıma sürüklenir: Toplumsal bir eleştiri niteliği taşıyan bu oyun, seyirciyi duygulandıracak ve heyecanlandıracak biçimde işlenmiştir. Bu dönemde ikinci kadın tiyatro yazarı olarak Cahit Uçuk'u tanıyoruz. Cahit Uçuk 1911'de İstanbul'da doğmuştur. Kaymakam olan babası ile birlikte Anadolu'run çeşitli yörelerine gitmiş ve bu yüzden kesintili bir öğrenim görmüştür. Roman ve öyküleri yayınlanmış olan yazar, özellikle çocuk romanıarı ve öyküleri ile dikkati çekmiştir. İngilizceye çevrilen Türk İkizleri (1956) adlı eseri ile Uluslararası Çocuk Kitapları Birliği'nin Hans Christien Andersen yarışmasında şeref armağanı almıştır. (1958) (2) Cahit Uçuk'un Gök Korsan adlı oyunu 1946-47 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Yazarın oynanmamış olan Kafes, Sırma Bacı adlı oyunları da vardır. Gök Korsan (3) bir aşk ve kahramanlık oyunudur. Konusu Ortaçağ' da, korsanlar arasında geçer. Mağrur ve güzel bir Rodos'lu kızın yiğit bir Türk korsanına olan aşkını, başka korsanlar tarafından kaçırılışını, öldürüleceği sırada sevgilisi tarafından kurtarılışını, daha sonra yeni tehlikelere göğüs germek zorunda kalışını anlatır. Manzum olarak yazılmıştır. Mertliik, yiğitlik, dostluk, sadakat, aşk, sanat sevgisi gibi değerler yüceltilmiştir. Yazar bu konuda şöyle söylüyor: "Bir fırtına çoşkunluğu içinde yazdım…Diyebilirim ki, bu eserimi yazarken kahramanlarımızın çeşitli duyguları zaman zaman kalbimden taşarcasına bütün benliğimi sarsıyordu. İstedim ki Gök Korsan' da insan ihtiraslarının en ulvisi olan aşk, bütün esere hakim olsun…Yalnız aşk mı ya? Kahramanlık, ulvi ve süfli duygular, haksızlığa isyan, yuvaya, aileye hasret, şefkat, hep bir insanda görülen her çeşit ihtiras ve ruh haletleri ... " (4) Sahnelenmiş tek oyunu ile tanıqığımız Seniha Cemal Kanbay 1989'da Erzincan'da doğmuştur. Lise karşılığı eğitim görmüştür ve ev hanımıdır. Şiir, öykü, oyun yazdığı nı ve bunu zevki için yaptığını söylüyor. Eski Türkçe Türk Kadını ve Nedim dergilerine şiir yazmakla yazı hayatma atılan Kanbay, daha sonra Zaman Gazetesine, Ülkü, Halk, Altıok Dergilerine şiir ve hikaye yazmıştır. Şimdi Kadın Dergisine yazmaktadır. Seniha Cemal Kanbay'ın Bu Gün Pazar adlı oyunu 1952-53 mevsiminde İstanbul. Şehir Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Pişkin, Kiracılar Saltanatı, Ayşe adlı sahnelenmemiş oyunları da vardır.

(1) Yazarlar hakkındaki bilginin çoğu canlı kaynaktan elde edilmiştir
(2) Necatigil, Behçet: Edebiyatınuzda isinıler Sözlüğü, Varlık Yay. 1968, s. 285-86.
(3) Gök Korsan, M. Ali Basımevi, İstanbul
(4) Gök Korsan'ın Muharriri Cahit Uçak'la
Küçük Bir Görüşme Türk Tiyatrosu,
Kasım 1946, Sayı: 194.
Atatürk devrimleri ile yeni haklar elde eden kadın, bu hakların paralelinde yeni görevler de. yüklenmiştir. Cumhuriyet kuşağının aydın kadını bu görevlerin bilincindedir. Günümüzde emeğini, bilgisini, yeteneğini, becerisini çeşitli meslek alanlarına yöneltmiş ve başarılı olmuş çok kadın tanıyoruz. Yazarlık, çalışma alanlarının en çetinlerindendir. Emek, bilgi ve yetenek yanında bir kültür birikimi ister, sürekli ilgi ister. Bir yan iş, bir ikinci uğraş durumuna düşerse zayıf ve yüzeysel olur. Ayrıca edebiyatta, tüm sanatlarda olduğu gibi, ortahalli olana yer yoktur. Yazı yazan kişinin, bir insan gerçeğini yakalayabilmesi için, hem dikkatli, hem duyarlı olması gerekir. İnceleme, ancak bir dünya görüşü içinde yorumlanıp değerlendirildikten sonra sanata malzeme olur. Oyun yazarlığı ise, gözlem ve inceleme titizliği, değerlendirme bilgisi, biçimlerne ustalığı yanında sahne tecrübesini de gerektirir. Bu yüzden kadınların yazarlık, özellikle oyun yazarlığı alanına yönelmesi ve bu alanda sivrilmesi kolayolmamıştır. Önce roman, sonra öykü türlerini deneyen kadın yazarlarımız özellikle öykü alanında başarılı oldular. Oyun yazarlığı, son yıllara kadar, raslantısal izlenimi bırakan bir kaç yetersiz girişimden ibaret kaldı. Ancak 1960'dan bu yana başarılı kadın oyun yazarlarından bahsedebiliyoruz. Oysa çeşitli meslek dallarında yeteneğini, çalışma gücünü, becerisini ispatlamış olan kadının, oyun yazarlığında da varlık göstermesini istiyoruz. Kadını erkekle eş haklara kavuşturmamış olan bir geleneğin birikiminden geçmiş, zor çevre koşulları içinde, annelik gibi, ev kadınlığı gibi fedakarlık ve sürekli emek isteyen görevleri yüklenmiş, yeni haklar elde ettiğinde bile toplumun eski alışkanlıklarını zedelememek için, mesleği ile ev kadınlığını at başı götürme çabasına girişmiş olan kadının sesini duyurması özellikle önemlidir. Onun hayat karşısındaki tavrını, toplum gerçeklerine karşı tutumunu, sorunları anlayış ve yorumlayış tarzını tanımak istiyoruz. Ülkemizde hala bir kadın sorunu oldukça ve bu sorun toplumun çeşitli kesimlerinde birbirinden farklı nitelikler gösterdikçe, bu sorunları yaşayan cinsin izlenimlerini öğrenmek hakkımızdır. Son elli yıl içinde kadın yazarlarımız tarafından yazılan on dokuz oyun İstanbul Şehir Tiyatrosu ve Devlet Tiyatrosu sahnelerinde temsil edilmiştir. Bunlara, oynanmamış fakat basılmış oyunlarla, televizyon ve radyo oyunlarını da eklersek küçük bir birikim ile karşılaşırız. Bu birikimin genel özelliklerini şöyle özetleyebiliyoruz: Adalet Ağaoğlu. gibi, sürekli olarak tiyatro ile ilgilenen ve eser veren bir iki yazar dışında, kadın yazarlarımızın çabası bir kaç girişimden öteye gitmez. Bu yüzden oyunların çoğu gelişmemiş, gunlaşmamış ilk deneme niteliği taşır. Kadın yazarlar, görüş açısı, ilgi alanı, ifade özelliği bakımından benzerlik göstermezler. Çeşitli türlerde birbirinden farklı eserler yazılmıştır. Yukarıda değindiğimiz, sahnelenmiş on dokuz oyundan ancak üçte. biri konusu ve işlenişi bakımından belli bir düzeyeerişmiştir. Oynanan oyunların çoğu dolantı komedyası, polisiye dram, masaloyun türüdür. Son yıllarda tiyatro yazarlarının toplum sorunlarına ilgi duydukları görülür. Orta sınıfın kadın erkek ilişkisi üzerinde çokça durulmaktadır. Başarlı oyunlarda ayrıntı inceliği dikkati çekmekle birlikte, psikolojik inceleme ve biçimlerne açısından güçlü oyunlar yazılmamıştır. Cumhuriyet döneniinin eski kuşağı içinde Nudiye Nizamettin ilginç yazar olarak çıkıyor karşımıza. Seniha Cemal Kanbay, NihaI Karamağralı, Aysel Kılıç; dolantı kurmakta ustalık gösteriyorlar. Gülten Dayıoğlu, Yecihe Karamehmet, tiyatronun eğitici işlevine katkıda bulunmaları bakımından yararlı yazarlar. Tiyatroyu bir uğraş edinme si ile Sevgi Sanlı dikkati çekiyor. Beki Bahar, Gülten Akın, Pınar Kür, kısa oyunlarda ikili ilişkileri toplumsal ve ruhsal boyutları ile yansıtmağa çalışıyor, öncü denemeler yapıyorlar. Nezihe Meriç, Ülker Köksal, Nezihe Araz, kadını toplumsal koşulları içinde, sorunları ile yansıtıyorlar.
-1-
-2-
Bu Gün Pazar, bir dolantı ve töre komedyasıdır. Karadenizli bir tütün tüccarının İstanbul'a gelişini ve Büyük Ada'da bir paşa konağında konuk edilişini konu olarak almaktadır. Bu varlıklı ve görünüşte saf adamın çevresinde, ondan yararlanmak isteyen her yaştan ve mizaçtan bir çok kadın vardır. Oyun, Hüseyin'in bu kadınlarla ilişkileri ve kayınbabanın da cümbüşe katılması ile gelişir, sıladaki karısının gelip duruma el koyması ile son bulur. Yazar, kurnaz fakat görgüsüz bir hacıağa ile İstanbul'un züppe ve çıkarcı çevresini karşı karşıya getirmiş, her iki kesimi de güiünç aşlfllıkları ile sergilemiştir. Kimin kimi alt ettiği kesinlikle belli olmayan bir ilişki ile; bu ilişkinin organik olarak içerdiği anlaşmazlıklar, güldürücü durumlar meydana getirir; ortaya eğlendirici bir oyun çıkar. Cumhuriyet döneminin tiyatro sanatına çok genç yaşta gönül veren oyun yazarlarından biri Sevgi Sanlı'dır. Sevgi Sanlı, oyun yazarı olarak, çevirmen olarak, dramaturg olarak, tiyatroya sürekli ilgi duymuş bir kadın yazardır. İzmir'de doğmuştur. İzmir Amerikan Kız Koleji'ni bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi'nden okumuştur. Sevgi Sanlı'yı yazarlığa teşvik eden, ileri görüşlü bir gazeteci olan babasıdır. Sevgi Sanlı İzmir Radyosu'nda çalışmış; Ankara Radyo ve Televizyon Kurumu Dış Yayınlar servisinde spiker olarak görev yapmıştır. Uzun süredir Devlet Tiyatrosu dramaturgudur. İngilizce, Fransızca, Rusça bilir. İki kızı vardır. Sevgi Sanlı'nın ilk oyunu olan Dilsizlerin Dili, 1950-1951 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynandı. Yazar bu oyunda bir toplum sorununa eğilmiş, bu sorunu, ülkücü bir gazetecinin çevresindeki yolsuzluklarla kavgasını içeren bir konu içinde iletmiştir. Oyunda belirtildiğine göre, rüşvetin, vurgunculuğun, ahlak dışı davranışların yaygın olduğu bir ortamda ülkücü kişi, şimdi yenik düşse bile, bir gün gelecek "ıstırap çekerlerin haykırışı, dilsizlerin dili" olacaktır. Yazarın, Menevşe Yaprağından İncinen Kız adlı oyunu 1964-65 mevsiminde Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Türk folklorundan yararlanılarak yazılmış olan ve fantazi öğeleri ile bir masal havası taşıyan bu oyunda günümüzün toplumsal gerçeklerine paraleller kurulmağa çalışılmıştır. Sevgi Sanlı'nın, eski ve yeni Türk kadınını karşılaştıran Yazılı Taş, Hippi gençlerin düşünce ve yaşantısına eğilen Dalga isimli oynanmamış iki oyunu daha vardır. Sevgi Sanlı, tiyatro ve televizyon için sürekli olarak çeviri yapar. Dilimize kazandırdığı oyunlar şunlardır: J.B. Priestley'den Haftabaşı, Graham Greene'den Oturma Odasl,Lilian Hellman'dan Küçük Tilkiler ve Kırık Oyuncaklar, Edward Albee'den Amerikan Rüyası ve Kıl Payı, G.B. Shaw'dan Blanko Posnet'in Sırrı ve Kırgmlar Evi, Peter Shaffer'den Halkm Gözü, Kalbin Sesi ve Küheylan, William Gibson dan Salıncakta İki Kişi. Ayrıca, My Fair Lady ve Kiss Me Kate müzikallerinin çevirilerini yapmıştır. Televizyon oyunu Uzay Yolu serisini ilk kez dilimize çeviren Sevgi Sanlı'dır. Günümüz kadın tiyatro yazarları arasında en başarılı olanı kuşkusuz Adalet Ağaoğlu'dur. Adalet Ağaoğlu, oyun yazarlığını yaşamının baş işi olarak seçmiş ve sürekli olarak tiyatro ile ilgilenmiştir. 1929 yılında Nallıhan'da doğan yazar, Ankara Kız Lisesi'ni ve daha sonra da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiştir. Ankara Radyosu'na. dramaturg olarak giren Adalet Ağaoğlu, uzun yıllar bu kururnda çalıştı ve T.R.T. program uzmanı oldu. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Türkiye Merkezi'nin üyesidir. Evlidir. Adalet Ağaoğlu'nun ilk oyunu Sevim Uzgören ile birlikte yazmış 'oldukları Bir Piyes Yazalım'dır. Bu oyun 1950-51 mevsiminde Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Evcilik Oyunu(5) 1963-64'de İstanbul Şehir Tiyatrosu ve 1964-65'de Devlet Tiyatrosu'nda, Çatıdaki Çatlak
(6) 1965-66mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu ve Devlet Tiyatrosu'nda, Tombala
(7), 1969-70 mevsiminde Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıştır.

(5) Evcilik Oyunu, İzlem Yay.
(6) Çatıdaki Çatlak, Bilge Yayınları, Ankara 1970. (7) Tombala, Yeni Türk Tiyatrosu, Nokta Yay. Ankara 1969.
-3-
-4-
1969-70 mevsiminde Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Yazarın bundan başka, Bir Kahramanın Ölümü (8), Sınırlarda Aşk, Kış, Barış (9), Çıkış (10), Kozalar, Kendini Yazan Şarkı, Sessiz Bir Adam adlı oyunları vardır. Adalet Ağaoğlu topluma dönük bir yazardır. Gerçekçi gözlemle saptadı ğı günlük ilişkileri, bu ilişkileri etkileyen toplum gerçeğini belirtecek biçimde sergiler. Oyun kişilerini hem insansal boyutları, hem de koşulları içinde ele alır. İnsanı toplumdan, toplumu insandan sorar. Bireyin ve toplumun karşılıklı sorumluluğuna inanmıştır. Gerçekleri akılcı açıdan değerlendirmeye çalışır. Yargılamadan önce anlamağa önem verir. Fakat duygusal bir hoşgörü içinde affetmeğe razı değildir. Eleştirsel görüş ile, gerçeğin kaçınılmaz olduğu duygusu dengelenmiştir. Yazar, Evcilik Oyunu'nda töreden gelen cinsel baskıların gençleri bunalıma sürüKlediğini, sağlıksız evliliklere yol açtığını, kompleksli insanlar yarattığını göstermiştir. Toplumdan çeşitli kesitler alarak, erkek ve dişi cinsi, çocuk, ergen, genç evli, anne ve baba durumlarında gösterdiği bu oyun, sorunu gerçekçi bir toplum portresi içinde sunmaktadır. . Çatıdaki Çatlak, küçük esnafın, emekçinin, ev kadınının ekonomik güvensizliği ile, bu güvensizliğin olumsuz olarak etkilediği insan ilişkileri üzerinde durur. Toplum düzeninde güven sağlanmadığı için insanlar bazı yükümlülükler üstlenmişlerdir, yardım ve fedakarlık gibi. Fakat sömürüye yol açan bu yükümlülükler çoğu zaman ters sonuç verir. Adalet Ağaoğlu, Tombala adlı kısa oyunda, çocuklarını büyütüp yalnız kalmış yaşlı bir karı kocanın günlük yaşantısını ele almıştır. Bu insanlar son günlerini, ölmüş oğullarınm anısı, yaşayanların özlemi ile mutsuz bir bekleyiş içinde geçirirler. Yaşamları boyunca anlamlı bir iş yapmadan yaşlanmış olmanın tortulu sıkıntısını sürdürürler. Yazar açıklamasını şöyle yapıyor bu oyun için: "Arada bir dönüp de günlük yaşayışınızı bir yabancı gözü ile seyrettiğimiz olur mu? Ben bunu sık sık yaparrm. Her seferinde de sonuç hiç iç açıcı değildir. Bütün gün çok önemli işler yaptığımı sanarak koşturup durmuşumdur, ama bir de bakanm ki, bir torba mercimeği bir kez daha ayıklamışıın. Belki de kendime daha iyi ülküler edinemediğim, ya da tombala oynamağa yeterince başkaldıramadığzm için, dönüp dolaşıp hep aynı masanm başında, hep aynı hareketle hep aym sözleri söyleyerek, hep aym oyunu oynuyormuşun duygusuna kapılırım" (11) Adalet Ağaoğlu ayrıntı ustasıdır. Oyunlarında sarsıcı, büyük olaylardan çok küçük çatışmaları içeren anlamlı durumlara yer verir. Bu durumları yaşayan kişinin duygu ve düşünce ayrıntılarını seyirciye ustalıkla iletir. Bu bakımdan Adalet Ağaoğlu için, kadın duyarlığını sahneye getirmeği başarmış bir yazar demek doğru olacaktır. Bu gözleme bir de, çağdaş tiyatro sanatı düzeyinde eser veren kadın yazarımız olquğunu eklememiz gerekir. Perihan Zorlu, Devlet Tiyatrosu'nda iki oyunu oynanmış bir yazar. 1957-58 mevsiminde Günah Gecesi, 1969-60 mevsiminde ise Son Yağmur adlı oyunları sahnelenmiş. Bu oyunlar, aşırı kötülük eğilimi, kıskançlık, aşırı' tutkular, çaresiz bir kurban, gizli aşk gibi yüzeysel heyecan öğeleri ile, polisiye oyunlara özgü korkulu bekleyişi ve karmaşık bir serimi içeriyor. Son Yağmur'da babası ölünce bir dadı eline teslim edilen, dadı tarafından sömürülen ve hasta olduğu telkin edilen, güzelolduğu için ablası tarafından: kıskanılan, uysal, içine kapanık, duygulu bir kızın, bir aşk ve cinayet dolantısı içindeki yaşamı ve ölümü gösterilmiştir. Vecihe Karamehmet tiyatronun eğitici yönü ile ilgilenen bir öğretmenilir. Çapa Kız Öğretmen Okulu'nu bitirmiş. Kız Lisesi, Şişli Terakki Lisesi, Atatürk Kız Lisesi'nde İngilizce öğretmenliği yapmış, emekli olmuştur. '

(08) Bir KahramanınÖlümü, Türk Dili Dergisi, Temmıızl969, sayı 214.
(09) Sınırlarda Aşk, KıŞ, Barış, Bilgi Yay. Ankara 1969.
(10) Oç Oyun, Bir Kahramalıin Ölümü. Kazalar. Çıkış, Yankı yay. İstanbul 1973.
(11) "Tombala", Devlet Tiyatrosu, Ekim 1969, Sayı: 46.
-5-
-6-
Vecihe Karamehmet okul müsamereleri ıçm oyun yazıyor. Bu oyunlarıİı sahnelenişini yönetiyor. Milyonluk Yeğen adlı oyunu 1961-62, Şans Adası ise 1962-63 mevsimlerine İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Milyonluk Yeğen, büyük bir mirasa konan açıkgöz fakat görgüsüz bir genç kız ile, para sıkıntısı çeken, züppeliğe özenen bir ortasınıf ailenin ilişkilerini ele alıyor. Şans Adası ise ıssız bir adada geçen, fantaziye bolca yer veren masaısı bir, oyun. Yazarın en belirgin özelliği ortaöğretim kurumunda tiyatro sanatını ciddiye aldırmayı başarması, öğrencilerine bu sanatı sevdirmesi ve bu yolda zevkle, istekle çalışmış olmasıdır. Kadın yazarlar içinde öncü bir yazar niteliği taşıyan oyun yazarımız Havva Pınar Kolukısa (Kür) dür. 1943 yılında doğan, Orta ve Lise eğitimini İngiltere ve Amerika'da, Üniversiteyi iki yıl Amerika' da, iki yıl İstanbul Robert Kolej Yüksek Okulu'nda yapan Pınar Kür, ayrıca Fransa'da edebiyat, dram ve yaratıcı yazarlık konularında beş yıl çalışmış ve doktora yapmıştır. Devlet Tiyatrosu dramaturgluk görevini yapmıştır. İki Başlı Adamın Tek Eli adlı oyunu 1962 yılında Ankara Sanatseverler Derneği'nde yarı amatör bir topluluk tarafından oynamıştır. Kuru Kuru Kurbanm Olam, 1963 yılında Gaston Baty Tiyatrosu'nda Theatre de Nation'un Genç Truplar arasındaki yarışmasında ilk altı içine girmiştir. Asılacak Kadın adlı oyunu Fransızcaya çevrilmiştir. Dost dergisinde öyküleri yayınlanan Pınar Kolukısa (Kür) şimdi roman yazıyor. H. Pınar Kolukısa (Kür), Batı tiyatrosunu iyi tanıyan, aynı zamanda yerli tiyatromuzun sorunları ile ilgilenen bir yazar. Sahneyi yakından tanıyor. Batı etkisini aşmamızı, kendimize özgü tiyatro yapmamızı istiyor. Kendi oyunlarında yerli olanla öncü tiyatroyu kaynaştırma çabasında olduğu görülüyor yazarın. Gerçeğin görece oluşu, düşsel gerçekler, yüreğin sevgisi ile kafanın sevgisi, sevilmenin yüklediği sorumluluk gibi konular üzerinde düşünrneğe çağırıyor seyirciyi. . Öncelikle şair olarak tanıdığımız Gülten Akın da tiyatroya değişik bir renk katma çabasında olan bir genç kuşak yazarıdır. Gülten Akın 1933'de Yozgat'da doğmuştur. Tüm öğrenimini Ankara'da yapmış, 1955 yılında Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Eşinin işi gereği Anadolu' nun çeşitli il ve ilçelerine gitme olanağı bulan yazar, halkı yakından tanımıştır. Oyunlarını ve şiirlerini, kendi değimi ile, "biraz öğretmen, biraz avukat, biraz yönetici eşi, bir hayli de anne olarak geçirdiği bunca yılda" yazmıştır. Şiir kitaplarından Rüzgar Saatti (12), Varlık şiir ödülünü, Sığda, 1965 Türk Dil Kurumu şiir ödülünü kazandı. Yazar, Maraşm ve Ökkeşin Destanı ile TRT ödülünü aldı. Ayrıca Kestim Kara Saçlarını, (13) Kırmızı Karanfil (14) adlı şiir kitapları vardır. Gülten Akın'ın basılmış oyunları ise şunlardır: Çıkış (15), Batak (16), Kızlar Değirmeni (17), Babilde Bir Yusuf, (18), Keloğlan (19), Yazar bu birer perdelik oyunlarında şiirsel anlatım yöntemi ile yerli malzemeyi bağlaştırma yollarını aramaktadır. Güldürü yazarı Aysel Kılıç, 1937 yılında İstanbul'da doğdu. Bursa Kız Lisesi'ni bitirdi. Evlendiği için yüksek öğrenimini' yarıda bırakmak zorunda kaldı ve kocasının işi gereği uzun yıllar Adana'da oturdu. Üç çocuğu vardır ve şimdi İstanbul'da yaşamaktadır.

(12) Rüzgar Saati, Varlık Yayını, 1955.
(13) Kestim Kara Saçlarımı, Yeditepe Yayını 1960. (14) Kırmızı Karanfil, May Yayını, '197 ı.
(15) Türk Dili, Nisan 1963. Sayı: 140.
(16) Türk Dili, Eylül 1964, Sayı: 145. Ayrıca Ali püsküııüoğlu tarafından derlenen Yeni Türk Tiyatrosu, Nokta Yay. Ankara 1969, '
(17) Türk Dili, Ağustos 1967, Sayı: 192.
(18) Türk Dili, 1969, Sayı: 214.
(19) Türk Dili, Türk Kısa Oyunları Özel Sayısı, Temmuz 1969.
Aysel Kılıç, ilk oyunu olan Haremde'yi ı962 yılında yazmıştır. 1964 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu Üsküdar bölümünde oynanan bu oyun, iki yıl sonra Avni Dilligil tarafından Paşanın Haremi adı altında tekrar oynanmıştır. Bundan başka yazarın Bir Damat Aranıyor adlı oyunu Gülsüm Kamu özel tiyatro topluluğu tarafından oynanmıştır. Hayal Oyunu adlı oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu, O Ağacm Altını adlı oyunu ise Nejat Uygur tiyatrosu repertuvarına alınmıştır. Aysel Kılıç dolantı komedyası türünde ustalık göstermektedir. Tip ve durum komiğini başarı ile kullanır. Haremde adlı oyunu bir Osmanlı Paşası ile dört karısının ilişkilerini eğlenceli bir biçimde yansıtır. Kadınlardan ikisinin sevgilileri bir yolunu bulup konağa girerler. Aldatmadan ve yanlış anlamadan doğan karışılıklığa, Paşa'nın ölümünün yarattığı kuşku ve suçlamalar karışır. Kısmen töre komedyası niteliği taşıyan, fars öğeleri ile beslenmiş olan bu dolantı güldürüsünde, yazarın başarılı tipler çizmiş olduğu görülür. Paşanın dört karısı, toplumun birbirinden farklı kesimlerinin ayırıcı özelliklerini, hatta iç çelişkileri ile birlikte göstermektedirler. Bu yüzden çatışmalar, bir dolantı komedyasının sınırları içinde, ilginç ve anlamlıdır. Yazarın, Curcuna ve Bir Damat Aramyar adlı oynanmamış iki güldürüsüdaha vardır. NihaI Karamağrah, Vala Nurettin ile birlikte ve kendi başına bir kaç oyun yazmıştır. Asıl adı Müzehher'dir. Yazar olarak kızının adı olan NihaI ismini kullanır. Karikatürist Cemal Nadir'in, daha sonra da Vala Nurettin'in eşi olduğunu biliyoruz. NihaI Karamağralı, içinde toplumsal eleştiri de bulunan polisiye oyunlar yazıyor. Bu oyunlara özgü do.1antıdüzenini kurmakta ustalık gösteriyor. Yazarın Mirasçılar adlı oyunu 1963'de İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanmış. Bu oyun için yaptığı bir açıklamada yazar şöyle söylüyor: "İkinci Cihan Savaşı sıralarmdaydı. Çekiciliğine dayanamayıp. tercüme ettiğim polisiye romanların gerçek adını bir kitapcı ille aşkla berkleştirir, öyle piyasaya sürerdi. Halkınllzın ince entrikalı romanları okumak seviyesine henüz ulaşamadığını sebep gösterirdi. Bir bakıma hakkı vardı. Gazeteler de tefrika için aşk romanlarını seçerlerdi. Şin;ıdi sanki çağ değişti. Polisiye romanlar vepiyesler ileri yabancı memleketlerdeki kadar bizde de ilgi çekici oldu. Ben bunu kendi mesleğim hesabına da, memleketim hesabma da hayra yoruyorum. Ben bunu halkımızın zekasını nüanslar üzerinde çalıştırması suretinde yorumluyorum ve bir seviyelenme müjdesi sayıyorum." (20) Mirasçılar, ölmek üzere olan bir yenge ile amcanın dört mirasçısının gerilimli bekleyişleri ile başlar. Yenge ile Amca' dan hangisininönce öleceği mirasçıyı tayin edecektir. Bu bekleyişi bir cinayet izler. Katilin bilinmemesi kuşkulara, karşılıklı suçlamalara yol açar. Gizli çirkinliklikler deşilir. Yazar, yan tema olarak özgürlük ve sorumluluk sorunları üzerinde durmuştur. NihaI Karamağralı'nın Kapımn Ardında adlı, yine bir hırsızlık ve cinayeti ele alan oyunu 1964-65 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Casuslar adlı oyunu ise Vala Nurettin ile birlikte yazmıştır. Gülten Dayıoğlu, romanları ve öyküleri yanında oyunları ile de çocuk edebiyatına katkıda bulunan kadın yazarlarımızdandır. 1935 yılında Kütahya'nın Emet ilçesinde doğdu. İstanbul Atatürk Lisesi'nde okudu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devam etmekte ve öğretmenlik yapmaktadır. Evlidir, iki çocuğu vardır. Gülten Dayıoğlu, yazıları ile eğitici olmak çabasındadır. Cumhuriyet Gazetesi'ne eğitim ve öğretimle ilgili inceleme yazıları da yazmaktadır. İyi bir gözlemcidir. Çocukları duygulandırma yolu ile eğitme yolunu seçmiştir. Radyo Çocuk Oyunu, Yoksul Oduncu (1966), İstenmeyen (1967), İstanbul Radyosu'nda oynanmıştır. Kilei'nin Şamdanlan Ankara Radyosu'nda oynanmıştır (1970). Televizyon çocuk oyunu Tükenmeyen Paralar Nisan 1972'de oynanmıştır. Yazarın Yenir Otlar Yenmişti adlı bir radyo oyunu daha vardır. Öğretmen olan yazar, okul temsil çalışmalarına da katılmakta, oyunlar sahnelemektedir.

(20) "Mirasçdar'ı Niçin Yazdım", Türk Tiyatrosu Dergisi, Şubat 1963, Sayı: 347
-7-
-8-
İyi bir öykü yazarı olan ve bir kez de tiyatroyu deneyen Nezihe Meriç, 1925 yılında Gemlik'de doğdu. 1942'de Eskişehir Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı ve Felsefe bölümlerinde bir süre okudu…1948-1954 yılları arasında Heybeliada İlkokulu'nda müzik öğretmenliği yaptı ve öğrencileri ile birlikte, her yıl kendi yazdığı bir müzikli oyunu İstanbul Radyosu'nda oynattl. Nezihe Meriç, öncelikle bir öykü yazarıdır. Bozbulanık (1953), Topal Koşma (1956), Menekşeli Bilinç (1965) adlı öykü kitapları vardır. Korsan Çıkmazı adlı romanı Türk Dil Kurumu roman ödülünü kazanmıştır (1972). Sular Aydınlamyordu adlı oyunu ise Ankara Devlet Tiyatrosu'nda 1969 yılında sahnelenmiştir (21) Gol adlı oyunu Cumhuriyetin ellinci yılında Devlet Tiyatrosu için hazırlanmaktadır. Nezihe Meriç, öykülerinde olduğu gibi, oyunlarında da ülkemizdeki kadın gerçeği ve sorunları üzerinde durmuş, eserine kadın tavrını getirmiştir. Sular Aydınlanıyordu, toplumumuzun çeşitli kesimlerinden alınmış dokuz kadını, hem tipik özellikleri, hem çevre koşulları ve bu koşullar karşısındaki tutumları ile tanıtır. Hepsi aynı oyuncu tarafından oynanması düşünülen dokuz ayrı kadının öyküsü, toplumumuzdaki kadına çok yönden ışık tutmaktadır. Yazar birbirinden farklı çevrelerin, birbirinden farklı mizaçtaki kadınlarını dıştan olduğu kadar içten de anlamağa çalışmakta, onları nesnel bir görüşle fakat yine de kadınsı bir incelik ve duyarlıkla canlandırmağa çalışmaktadır. Sular Aydınlanıyordu, bir aksiyonu geliştirmekten çok, portre yapmakla yetinen oyunlardandır. Farklı kadınların öyküleri birbiri ile ilintili değildir. Onlar bir mahallenin ortak yaşantısını paylaşırlar. Yazar bu oyunu ile tiyatro edebiyatımıza ülkemizdeki çeşitli kadın tiplerini ve onların sorunlarını getirmiştir. Tek per"delik oyunu Alabora, 1970'de Devlet Tiyatrosu, Yenİ Sahne'sinde oynanan Beki L. Bahar, 1927 yılından İstanbul'da doğdu.T.M.C. Ankara Koleji'ni bitirdi ve bir süre Hukuk Fakültesi' ne devam etti. Evlidir ve üç çocuk annesidir. Şiirlerini Yakamazlar ve Kişi Bunalimı, Dişi Bunalimı adlı iki kitapta toplamıştır. Pudo Hepa, İkizler adlı uzun, Neden, Erozyon, Bir Bütün, Alabora adlı kısa oyunları vardır. Alabora, insanların güçsüzlüklerini, kendilerini aşamayışlarını ve bu yüzden ya çevrelerinde yaşayanları suçlayarak, ya da kendi düş dünyalarına sığınarak yaşamak zorunda kalışlarını dile getirir. Üç kişilik bu kısa oyunda insanların iç dünyalarına ışık tutulmağa çalışılmıştır. Kendini düşsel bir kaptanlıkla avutan elli yaşlarında bir erkek, çocuksuz olmaktan ötürü katılaşmış bir kadın, topalolduğu ve evlilik dışı ilişkiden dünyaya geldiği için ezik, içli bir delikanlı tanıtılır. Yazarın ince duygululuklan dile getirmekte başarılı olduğu görülür. Ülker Köksal, oyun yazarlığında son yıllarda görülen duraklamadan sonra tiyatroya yeni bir soluk getiren yazarlardandır. Siyasal Bilgiler Fakülte'si İktisadi ve Mali Şube mezunudur. Türkiye ve Ortadoğu Amme idaresi Enstitüsü'nde asistanlık yapmış, Paris'te EcOle Nationale d'administration'da bir yıl okumuştur. Fransızca bilir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde hesap uzmanı, İktisadi Devlet Teşekkülleri Yeniden Düzenleme Komisyonu başkanlığında personel uzmanı olarak çalışmıştır. Çeşitli bilimsel araştırma ve incelemeleri kitap ve makale olarak yayınlanmıştır. TRT Bilimsel Araştırma Başarı ödülünü kazanmıştır (1970): Tiyatro eseri Sacide 1972-73 mevsiminde, Yollar Tükendi, 1973-74 mevsiminde Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Radyo oyunlarından Mutluluğa Dönemeç Ankara Radyosu'nda, Yaşarken Bilmediğimiz İstanbul Radyosu'nda oynanmış, Sil Baştan ve Binbir Çiçek Kolanya Fabrikası adlı oyunları, TRT Radyo Oyunu yarışmasında başarı ödülü almıştır. Televizyon oyunlarından Tutsak. Neşe, TRT televizyon çocuk oyunları yarışmasında başarı ödülü kazanmıştır. Nüfus Cüzdanı ve

(21) Türk Dili Dergisi, Haziran 1967. Sayı: 189.
Tata'nın Mektubu adlı televizyon oyunlarıaynı yarışmada övgüye değer bulunmuşlardır. Ülker KöksaL, Sacide adlı oyununda çeşitli kadın tiplerini iç çelişkileri içinde göstermiş, toplumumuzda kadının yerini tanımlamak ve eleştirmek istemiştir. Oyunu tanıtan yazısında şöyle söylüyor Ülker Köksal: "Çoğu kez evlattan sayılmayan, doğduğu zaman üzünülen, dövülen, kaçırılan, satılan, düşünmesine, işini, kocasını seçmesine izin verilmeyen, bazan bir köle gibi, bazan bir süs eşyaı olarak toplumun dışına itilen binlerce Sacide'den biri için yazıldı bu oyun…" "Kadının toplumdaki yerini yalnızca kadınları ilgilendiren dar anlamlı bir 'kadın sorunu' olarak almaya alışagelmişiz. Bu, bizi, çoğu kez suçu kadında ya da erkekte arayan kolay, tek yanlı ve yanlış yargılara götürüyor. Böylece yüzeysel nedenlerin araştırılması ile soruna bir çözüm bulunacağı samlıyor. Sorunun, toplumdaki insan ilişkilerinin tümünü kapsayan genel bir sorun olarak ele alınmasının; bunalım, yalnızlık ve mutsuzluklarınızdan kurtulmamızda ve çözüme varmada önemli bir aşama olacağına inanıyorum." (22) Cumhuriyetin ellinci yılında bir kadın yazar daha yöneldi oyun yazarlığına. Nezihe Arat 1973 mevsiminde arka arkaya televizyon oyunları yazdı. Yıldız Kenter ve Şükran Güngör tarafından oynanan bu iki kişili oyunlar seyirci çoğunluğunca ilgi ile izlendi. Nezihe Araz' ın Bozkır Güzellemesi adlı oyunu 1974-75 mevsiminde Devlet Tiyatrosu'n da oynandı. Nezihe Araz 1922 yılında Konya'da doğdu (23) Ankara Kız Lisesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Gazete ve dergi yazarlığının yanı sıra Meydan Larousse Ansiklopedisi'ni yönetiyor. Benim Dünyam adlı bir şiir kitabı var (1950). Ayrıca, Fatih'in Deruni Tarihi (1955), Anadolu Evliyaları (1959), Peygamberler Peygamberi Hazreti Muhammet (1960), Peygamberin Torunları (1960), Dertli Dolap (1961), Mevlana' nın Romanı (1962), 28 Peygamber(1963), Çocuk ve İslam (1968) adlı biyografi ve inceleme eserleri vardır. Nezihe Araz televizyon oyunlarında toplumun çeşitli kesimlerinde aldığı bir kadın ve erkeği günlük ilişkileri içinde gösteriyor. Karı koca anlaşmazlıkları, kuşaklar arası çatışma, kısırlık, çok çocukluluk, kadının hak ve özgürlük sınırı, kadının görevleri gibi sorunlar duygusal dram türünde ele alınmıştır. Yazar duygusal etkinliği olan durumları, güldürücü konuşmalarla dengelernekte ustalık gösteriyor. SONUÇ: Görüldüğügibi, Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1960 yılından bu yana kadın yazarlarımızın, oynanan oyunları ve basılan oyunları küçük bir birikim meydana getirmiştir. Bununla birlikte, bu birikimden kadın oyun yazarlığı hakkında genel bir sonuç çıkarmak olanaksızdır. Denenen türler çeşitli, ele alınan konu ve temalar birbirinden farklıdır. Bu yüzden kadın oyun yazarlarının ortak özelliğinden bahsedemiyoruz. Bu oyunlara bakarak, Türk kadınının yaşam izlenirni, insan ilişkileri konusundaki görüşü, toplum gerçekleri karşısındaki tavrı, tiyatro sanatını anlayışı hakkında genel bir yargıya da varamayız. Bunun bir nedeni, kadın yazarların genellikle tiyatroya, annelik ve ev kadınlığı yanında bir meşgale olarak eğilmeleri, ona yeterince kendilerini koymayışlarıdır. Bununla birlikte, girişimleri ile sahne kapılarını kadın yazara açtırmağa başaran eski kuşak yazarlanmıza saygı duyuyoruz. Tiyatronun eğitici görevinin bilincinde olan, okul tiyatrosuna katkıda bulunan öğretmen yazarlanmıza minnet borcumuz var. Genç kadın yazarlarımızın, tiyatroya yeni bir soluk' getiren öncü denemeleri umudumuzu arttırıyor. Kadını, çevre ilişkileri ve sorunları içinde, toplumdan soyutlamadan sahneye aktarmayı başaran kadın yazarlarımızı ise, çağdaş Türk tiyatrosunun gelişmesinde söz sahibi kişiler olarak değerlendiriyoruz.

(22) "Sacidelerden Biri", Devlet Tiyatrosu Dergisi, Ekim 1972, Sayı: 55.
(23) Nezihe Araz'ın yaşamına dair tüm bilgi Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü' n den alınmıştır. Varlık YayınlarIı 197
Kadın Oyun Yazarları
Tülay Oral
Bedia Öztep
İlhan Usmanbaş
Sezai Gültekin
bottom of page